OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN İDARİ YAPISI VE TAHRİR SİSTEMİ
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN İDARİ YAPISI VE
TAHRİR SİSTEMİ
Osmanlı idari yönetim yapısını merkezi
yönetim ve eyalet yönetimi diye ikiye ayırmak mümkündür. Merkezi yönetim
Divan-ı Hümayun ve üyeleri aracılığıyla oluşmakta iken eyalet yönetimi
beylerbeyi ve diğer devlet adamları aracılığıyla oluşmaktaydı.
1.1. Merkezi Yönetimdeki Yapılanma
Diğer İslam devletlerinde olduğu gibi
Osmanlı Devleti’nde de devlet işlerinde birinci derecede söz sahibi ve yükümlü
merci olarak büyük bir divan vardı. Osmanlı Devleti’nde ‘‘Divan-ı Hümayun’’
adıyla oluşmuş bu kurum Orhan Bey zamanında beri mevcuttu. Osmanlı’da ilk
devirlerde mevcudiyetini göstermiş olan bu divan, sonraları her sabah erkenden
toplandığı ve padişahın bu divana katıldığı belirtilmektedir.[1]
Divan-ı
Hümayun’un merkezi örgüt içindeki yerine gelecek olursak: Osmanlı Devleti’nin
en üstün gücü hükümdardır ve yürütme gücü ona aittir. Şer’i konular dışında
yasama yetkisine sahiptir. Yargı yetkisini de sınırlı bir şekilde -örfi
anlaşmazlıklarda yargılama yetkisi var iken şer’i yargılama alanına giren
konularda yargılama yetkisi yoktu- elinde bulundurmaktadır. Durum böyle iken
elbette güçlü hükümdarların şer’i alana da müdahale ettiği bilinmektedir. Fakat
şeriat alanını da padişahın yönetme hakkı vardır. Çünkü şer’i makamların başına geçecek
Şeyhülislam ile Rumeli ve Anadolu Kadıaskerliği gibi makamları veziriazam
aracılığıyla atanmasını ve azledilmesini sağlar. Merkezi örgütte padişahtan
sonra en güçlü kişi padişahın vekilliği niteliğiyle veziriazam’dır. Ancak
veziriazam bu yetkileri kullanırken ‘‘padişahın divanında’’ kullanmakta ve bu
divanda ondan başka devlet adamları da görevlidir ve böylelikle divanda ‘‘padişah
adına’’ alınacak kararlara etki etmektedirler. Böylelikle merkezi yönetimde
padişahtan sonra en güçlü ikinci merci Divan-ı Hümayun’dur. Padişahın vekili
olan veziriazam, anca kendi divanında yani Divan-ı Hümayun’un altındaki divanda
özgürdür.[2]
Divan
üyelerine baktığımızda Veziriazam ve vezirler, kadıaskerler, defterdar, nişancı
ve divana katılan diğer üyeler karşımıza çıkmaktadır. Divana katılan diğer
üyeler kavramını açmak gerekirse; reisiülküttab, kapıcılar kethüdası,
çavuşbaşı, divan-ı hümayun hocaları[3] ve divan-ı hümayun
tercümanları da divana katılabilmekteydi.[4]
1.2. Taşra Teşkilatındaki Yapılanma
Taşra teşkilatının yönetilmesinde başlıca
iki yetkili görevlendirilmekteydi. Bunlar yürütme görevini bey (beylerbeyi veya sancakbeyi) ve yargı görevini sürdüren kadı’dır. Beylerbeyi/Sancakbeyi kadının
hükmü olmadan hiçbir cezai yetkisi yok iken, kadı da verdiği kararlarda icra
yetkisi yoktu. Kadı, şeriat ve kanunu uygulamada beyden bağımsızdı. Hükümlerinde
doğrudan doğruya padişahtan emir alır ve ona arzda bulunabilirdi. Bu kuvvetler
ayrılığı ile Osmanlı İmparatorluğu taşra teşkilatında adil bir yönetimin esasını
oluşturduğu düşünülmüştür.[5]
Osmanlı
İmparatorluğu’nda taşra idaresi, aşağıdan yukarıya köy(karye), nahiye,
sancak(liva) ve eyalet şeklinde teşkilatlanmıştı. Kendisine bağlı köylerle
birlikte nahiyelerin birleşmesiyle kazalar meydana gelmiş, kazaların
birleşmesinden sancaklar ve sancakların birleşmesinden de eyaletler ortaya
çıkmıştı. Ancak ilk zamanlarda eyalet, vilayet, liva, kaza ve nahiye tabirleri
aynı anlamda kullanıldıkları görülmüştür. Kaza ve sancaklar, idari teşkilatta
en fazla yere sahip birimler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kazalarda yönetici
sınıf olarak kadı, alaybeyi ve subaşılar bulunurdu. Bilindiği üzere şer’i ve
hukuki hususların yanında Kadılar, kazanın iaşe temini, belediye, adliye
işleri, merkezden istenilen şeylerin temini ve tedariki gibi sorumlulukları
vardır. Subaşılar bulundukları kazanın asayişini sağlamakla görevliydiler.
Askeri meseleler ise alaybeyinin yetkisinde idi. Beylerbeyine bağlı olan
kazaların inzibat ve askeri idaresi ise tımar subaşısına aitti. Sancaklar ise sancakbeyi
ismi verilen görevli tarafından idare edilirdi.[6]
1.3. Tahrir Sisteminin Gelişimi
Osmanlı İmparatorluğu’nda idari yapılanma
ile ilgili kısa bir bilgiye değinildikten sonra asıl dikkatimizi yönelttiğimiz
Tımar sistemi ile iç içe olan tahrir sistemine gelecek olursak: Tahrir, kaba
tabiriyle Osmanlı mali teşkilatı içinde vergi tespitinin yapılmasına aracılık
eden nüfus sayımıdır. Tahririn amacı ülke sınırları içerisindeki reayanın[7] oturduğu yerleri,
işlerinin özelliklerini, mallarının ve ürünlerinin kaynaklarını, tımar sahibi
iseler tımar gelirlerini ve reaya ile tımar sahipleri arasındaki
anlaşmazlıkları devletin bilmesi olarak belirtilebilir.[8]
Tam
burada tımar sisteminden bahsetmek gerekmektedir. Tımar, en basit anlamıyla
Osmanlılarda devlete ait toprakların askeri ve idari amaçlarla tahsisine dayalı
bir sistemdir.[9]
Bizans İmparatorluğu ve daha sonra Balkan devletlerinde köylüler, tarım
vergisiyle birlikte sipahilerine her yıl birer araba odun ve yem, yarım araba
saman vermesi gerekmekteydi. Bunun yanında sipahilerinin toprağında çalışma ve
arabalarıyla hizmet etmelilerdi. Osmanlı, Balkanları fethettiklerinde bu
angarya hizmetleri nakit paraya, çift resmine çevirdiler. Hatta zamanla, zengin
Hıristiyan beylerin elindeki mülkleri ve manastır topraklarını da tımara
dönüştürdüler. Osmanlı için tımar sistemi daha ilk dönemlerden başlayan ve önem
arz eden bir sistemdi. İmparatorluğu’nun klasik döneminde ordunun en büyük
bölümünü eyaletlerdeki tımarlı sipahiler oluşturmaktaydı. Osmanlı
İmparatorluğu’nda tımar sistemi, ortaçağ Avrupa feodalizmine benzer yanları
olsa da ayırıcı yanları ile ön plana çıkmaktaydı. Devlet, tımar sistemini
uygularken toprak üstünde hiçbir özel iyelik hakkıyla engellenmeyecek, kendi
mutlak denetimi kurmaktaydı. Bu sistemde genellikle tarım arazisi devlete aitti
ve toprağı işleyen köylüler babadan oğla geçen kiracılık konumundaydı. Tasarruf
hakkı kazanmaları için tapu resmi denilen bir para ödemeleri gerekmekteydi.
Köylünün toprak üzerindeki hakları sadece babadan oğla geçmekte, bu hakkı
başkasına satamaz, izinsiz aktaramaz veya hediye olarak veremezdiler. Osmanlı
İmparatorluğu, kendisinden önceki İslam devletlerindeki örneğe uyarak tarım
topraklarını ‘‘miri’’ olarak görmekte yani devlete ait olduğunu kabul
etmekteydi. Ancak mülk ve vakıf toprakları Miri toprakların dışında
tutulmuştur. Tımar sisteminin kurulması ve bunun sürekli bir şekilde
çalışmasını sağlamak için eyaletlerdeki bütün gelir kaynaklarını ayrıntılı
olarak saptar ve bu kaynakların tımar olarak dağılımını gösteren defterler
düzenlenmiştir. Bir bölgenin fethinin hemen ardından tahrir yapılır ve o
sancağın gelir kaynaklarını belirlemek üzere ‘‘tahrir emini’’ veya ‘‘il
yazıcısı’’ denilen görevli gönderilirdi.[10]
1.4. Tahrir Defterleri
Yukarıda zikredildiği üzere tahrir
defterleri genel itibariyle vergi tespiti için yapılan nüfus sayımıdır. Ancak
yine bahsedildiği gibi bu sayımlardan çeşitli iktisadi çıkarımlar yapabilmek
mümkündür. Bu bağlamda Tahrir Defterleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun toplumsal
ve ekonomik tarihinin incelenmesinde kaynak olarak başvurulması gereken
unsurların başında gelmektedir. Bu kapsamda üç tür tahrir vardır: 1- mufassal ya da ayrıntılı defter; 2- icmal ya da özet envanterleri; 3- vakıf defterleri. Tahrir defterleri
geniş zaman birimlerini ve büyük coğrafi alanı kapsamaktadır. Tabi oluşturulan
bu tahrirler, bölgenin tüm gelirlerini ve nüfusun bütün kesimini
kapsamayabilir. Tahrirler teorik olarak 30 ya da 40 yıllık aralıklarla
yapılmaktadır. Ancak bu kurala her zaman uyulmamıştır. Bunlardan birisi Kanuni
dönemine (1520-1566) diğeri III. Murat (1574-1595) dönemine aittir. Örneğin
Sultan Süleyman’ın hükümdarlığı süresince biri başlangıç yıllarında diğeri son
yıllarında ait iki tahrir vardır.[11]
Özetle tahrir defterleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘‘klasik çağı’’ olarak nitelenen XV. ve XVI. yüzyıllarda tımar sisteminin uygulandığı bölgelerdeki vergi mükelleflerine ait çeşitli bilgiler, bu vergi mükelleflerinin yaşadıkları yerlerden toplanılması hesaplanan vergiler ve bu vergilerin kimlerin (kişi veya kurum) tasarrufunda olduğuna dair tespit eden ve genellikle sancak usulüne göre düzenlenmiş olan resmi belgelerdir. Daha ayrıntıya girerek yukarda belirtilen tahrir defterlerinin çeşitleri hakkında bilgi vermek gerekirse:
1-
Mufassal ya da ayrıntılı defter
olarak geçen bu defterde bir sancağa ait defterin başında bir mukaddime ve
sancak kanunnamesi yer alır ve son defterlerin başında ayrıntılı fihristler
bulunmaktadır. Bunların doğrultusunda merkez kazadan başlayıp, sancağı
oluşturan kaza ve nahiyeler yazılıdır. Kazada varsa merkez konumundaki -Nefs
olarak anılmakta olan- şehir veya kasaba, yoksa merkez konumundaki köy
yazılıdır. Defterde şehir ve kasabaların mahalleleri, mahallelerdeki kayıtlı
yetişkin erkeklerin adları ile baba adları verildikten sonra, meslekleri ve bu
yetişkin nüfus evli-bekâr (müzevvec-mücerred veya hane-mücerred) ayrımına göre
kaydedilmektedir. Mahalleler yazıldıktan sonra şehrin geliri ve bu gelirleri
oluşturan birimler, çeşitli kuruluşlar, bağ bahçe ve zemin vb. meselelerde
yazılır. Bu meseleler halledildikten sonra kazadaki köylere geçilir ve sırayla
yazılırdı. Bu köyler bütün olarak yazıldığı olmuş iken geliri hisselere ayrılı
köylerde hisseler halinde de yazılabilmekteydi (hisse-i evvel, hisse-i sani
vs.). Köyün adı, gelirinin nasıl tahsis
edildiği –yani tımar, zeamet, has, vakıf vb. gibi- belirtildikten sonra köydeki
yetişkin erkekler baba adları ve statüleri gösterilerek –mesela Ali veled-i
Mehmed çift- kaydedilirdi. Müslümanlar genellikle tasarruflarındaki toprak
miktarı ve evlilik durumları ayrımıyla kaydedilirken, Gayrimüslimler
hane-mücerred ayrımına göre yazılmaktaydı. Bu kayıtlardan sonra topraklar
çiftlik, hassa çiftlik, zemin, mevkuf zemin vb. şekilde yazılıp köyün veya
hissenin toplam geliri, bu geliri oluşturan vergiler (resm-i çift, ispençe,
resm-i bennak, resm-i mücerred; buğday, arpa, darı, pamuk, pirinç, meyve,
sebze, bağ, keten, kendir, bal vs. -öşürleri; bad-ı heva, deşt-bani, koyun
vergisi vs.) kaydedilirdi. Mezralar, yaylaklar vb. topraklarda gelirleriyle
birlikte yazılırdı. Kısaca bu defterlerden çıkarabileceğimiz istatistik
veriler: Sancakta yer alan kasaba ve köyler, mezralar, çiftlikler, değirmenler,
sinai tesisler, yerleşim yerlerindeki vergi mükellefi erkek nüfus (çeşitli muaf
kişiler ile gayrimüslimlerle meskûn yerlerde hane sahibi dul kadınlar hakkında
da istatistik elde edilebilmekte), reayanın işlediği ekilebilir toprak miktarı,
tımar sistemi içerisinde olmayan avarız ve cizye vb. vergiler haricindeki (XVI.
yüzyıldan itibaren), çift, bennak, caba, mücerred, ispence vergileri, öşürler,
bad-ı heva türü arızi vergiler (cürüm ve cinayet, evlenme, müjdelik vs.
resimleri), vergi alınan koyun ve kovan sayıları çıkarılabilmektedir.
2-
İcmal defterleri ya da özet defterlerine
geldiğimizde XVI. yüzyılda mufassal defterde yer almayan dirlik sahiplerinin
isimlerini ve gelir toplamlarını verir. XV. yüzyılda toplu bir halde olmasa da
dirlik sahiplerinin isimlerini ve gelirlerini mufassal defterleri verir ve
mufassal defterleri ile aynı dönemde tımar sahiplerinin isimleri ve
gelirlerinin yazıldığı icmal defterleri düzenlenirdi. İcmal defterleri içerik
ve yapısı bağlamında aynı mufassallarda olduğu gibi zamanla değişiklikler[12] olmuştur. Dirliği
oluşturan yerleşimlerin vergi nüfusu toplam rakam olarak verilmiştir. XV.
yüzyılın sonlarında ise Tımar İcmallerinde[13] dirlik sahipleri
padişahtan başlayan ve derecesine göre sıraya yazılmış, dirlik sahiplerinin
gelir sağladığı köyler, bu köylerin toplam gelirleri, köyden dirlik sahibine
düşen hisse ve dirlik sahibinin toplam geliri verilmiştir. Muhasebe İcmalleri
diye bir ayrı defter daha vardır. Sultan Süleyman’ın ilk yıllarına halis bu tür
1530 yılına tarihlenen ama muhtemelen 1520’lere ait tahrirlerin sonuçlarını
yansıtır. Bu defterlerin önemi döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun ana
çekirdeğini oluşturan ve tımar sisteminin uygulandığı Anadolu ve Rumeli’nin
genel bir tablosunu vermesidir. Bu defterlerde sayım ile elde edilen bilgiler[14] toplu olarak yazılmakta
olup her bir kategorideki yerleşim birimleri nüfus, hane, mücerred ve toplam
vergi geliri verilir. Kazadaki sayım yazıya döküldükten sonra kazadaki kasaba,
cami, köy, mezra, zaviye ve muaflar ve vergi nüfusu özet şeklinde yazılırdı. Bu
muhasebe icmallerindeki verilerde hataların olabilmesi gayet olası olduğu için
döneme mufassal defterleriyle karşılaştırılmaları sıhhatli olacaktır.
3-
Evkaf defterleri vakıf veya vakıflara
tahsis edilmiş yerleşim yerleri hakkında bilgiler vermektedir. Bu bilgiler
bazen mufassal defterlerinde olmayabilir. Bu bağlamda mufassalları tamamlama
özellikleri vardır. Bu defterlerden elde
edilen vakıf gelirlerinin harcandığı yerler hakkında geniş bilgi sahibi
olabiliriz. Bölgeden bölgeye ve zaman içerisinde farklı özellikler
göstermiştir.[15]
1.5. Çift Resmi Sistemi
Osmanlı İmparatorluğu’nda çift resmi tımar
ve tahrir sistemi ile ilgili olması hasebiyle çift resmi hakkında da bilgi
vermek araştırmanın ilerleyen bölümlerinin -özellikle tahrir defterlerinde
çıkarılan terimler hakkında- daha iyi anlaşılması için sıhhatli olacaktır.
İnalcık’a
göre çift resmi:
“Köylü
ile eski senyörler arasındaki bazı feodal hizmetlerin Osmanlı devrinde paraya
çevrilmiş karşılıklarının toplamından ibarettir. Osmanlı devrinde de bu
hizmetlerin bir kısmı devam etmektedir. Osmanlı çift resmi bir taraftan toprağa
bağlı vergi, diğer taraftan şahsi bir vergi veya bir hane vergisi olarak
görünür.”
Tam
çift ve nîm(yarım) çift resmi toprağa bağlıdır. Yarım çiftten aşağı toprak
tasarruf eden köylü için evli olup olmadığı verginin miktarını belirleyen
husustur. Çift veya çiftlü, bir çiftlik genişlikte, nîm çift ise onun yarısı
kadar bir araziye tekabül eden toprağa tapu ile tasarruf eden köylüdür.
Örneğin, Sirem’de bir çiftlik, has yerde ise 60, a’la yerde ise 70-80, orta
derecede(evsat) ise 100-120, kötü bir yerde(ednada) ise 150 dönüm olarak
hesaplanmaktadır. Bugün dönüm ortalama 1000m2 olarak kabul
edilmektedir. Kaydedilen yüz ölçümü belirtildiğinden fazla ise ve bu tespit
edilirse sipahi tarafından dönüm-resmi alınırdı.
Bu
reaya çiftliklerinin parçalanmamasına devlet büyük önem vermekte ve buna dair
kesin kanunlar çıkarmaktaydı. Çifte tasarruf eden kişi ölürse çift oğullarına
kalırdı. Tahrir esnasında deftere çift kaydı olmayanlar daha sonra bir çiftlik
genişliğinde yer alırsa kayıt olunup çift resmi vermeleri zorunluydu.
Çift
resmi toprak sahibi köylülerin ödedikleri hane resmi olarak da görülmekteydi ve
bu defterlere kaydedilen isimler aile reisi olarak kabul edilmekteydi. 1453’ten
16. yüzyılın ortalarına kadar çift resmi 22 akçadır (Bu oran savaş gibi olağanüstü
durumlarda artabilmektedir) Bunun yanında bölgeye göre değişiklik gösterdiği ve
100 akçaya kadar çıkabildiğini belirtmek gerekir.
Çift
resmi ve bağlantıları olan bennak ve mücerred resmi tahsil zamanı harmandan
sonraya rastlamaktaydı. Daha sonra tahsil zamanı 1 Mart olarak belirlenmiştir.
Nîm çiftten daha az toprağı olanlar veya tamamen topraksızlar ekinlü veya
çiftlü bennak, caba bennak, kara veya mücerred adıyla farklı vergiler
vermekteydiler.
Caba kelimesinin anlamı Divânü
Lugâti’t-Türk’te soysuz, aşağı sınıf anlamına gelmektedir. Kara ise avam, aşağı
sınıf demektir. Mücerred ise bekâr anlamında kullanılmaktadır.
Mücerredlerin yani bekârların durumu
bölgeye göre değişmekteydi. Bazı bölgelerde tamamen vergiden muaf tutulmakta
iken bazı bölgelerde iş ve kazanç sahibi olacak yaşa gelmiş olan bekârlardan
resm-i mücerred adı altında 6 akça vergi alınmaktaydı. Kanunların bazıları, bu
yaşı ergenlik(bulûğ) çağı bazıları ise 20 yaş olarak kabul etmiştir.
Bennak
resmi ise evli raiyyet demektir. Ekinli bennak ve caba bennak diye ikiye
ayrılır. Belli bir sipahiye bennak resmini vermek üzere kayıt olurlardı. Bir
nevi baş vergisidir. Caba-bennak 6, çiftlü-bennak 9 akçe vermektedir.
Dönüm resmi, çift resminin en küçük
birimidir. Dönüm resmine ait arazi, sipahinin tapuya vermediği mezra, çiftlik
nevinden arazidir. Bağ ve bostandan alınan dönüm-resmi, kanunnamelerde
genellikle öşre karşılık sayılmaktaydı.
Tütün resmi ise kışlamak için
kışlamak için gelip yerleşen, fakat ziraat yapmayan raiyyetin ödediği resimdir.
Kanunlarda duhan-resmi, duhaniye-resmi, resm-i dud ve kışlak-resmi gibi
isimlerde de geçebilmektedir.
Askeri[16] sınıf bu raiyyet rüsumu olarak geçen vergilere tabi değillerdir. Yine bunun yanında bu vergilerin bazılarından veya tamamından muaf olan reayalarda(devlet için bazı hizmetler yapanlar, dini hizmet sahipleri, devlet için istihsal yapanlar, yamaklar gibi) mevcuttur.[17]
[1] İsmail Hakkı
Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez
ve Bahriye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1988. s. 1.
[2] Ahmet Mumcu, Divan-ı Hümayun, Birey ve Toplum
Yayınları, Ankara, 1986. s. 34-37.
[3] Divan-ı Hümayun
hocaları teriminin kullanıldığı kişiler: Divan-ı Hümayun’da ve Paşa
Kapısı’ndaki kalemlerin
Dîvân-ı hümâyun'da ve Paşa
Kapısı'ndaki kalemlerin şefleri, maliye, kapıkulu ocakları kâtipleri, tersane
emîni, şehremini, arpa, matbah, darphâne eminleri, teşrifatçı, tophane,
baruthane v.s. hizmetlerin müdür, nazır ve eminleri. bkz. Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet
Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991. s. 19.
[4] Halaçoğlu, a.g.e.,
s. 19.
[5] Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ
(1300-1600), (Çeviren: Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003.
s. 108.
[6] Halaçoğlu, a.g.e.,
s. 73, 74.
[7] Ra’iyye veya
ra’iyyetin tekili re’aya, bir hükümdarın hüküm ve idaresine tabi olup telâlif-i
emiriyye veren halk. Şemseddin Sami, Kamus-i
Türkî, (Yayına Hazırlayanlar: Raşid Gündoğdu v.d.), İdeal Kültür ve
Yayıncılık, İstanbul 2015. s. 552. Daha
fazla bilgi için Mehmet Öz, “Reaya”, TDV İslam Ansiklopedisi, cilt 34, 2007.
s. 490-493.
[8] Mehmet Öz, “Tahrir”,
TDV İslam Ansiklopedisi, cilt 39,
2010. s.425, 426.
[9] Halil İnalcık, “Timar”, TDV İslam Ansiklopedisi, cilt 41, 2012. s. 168.
[10] İnalcık, a.g.e.,
s. 111-114.
[11] Huricihan
İslamoğlu-İnan, Osmanlı
İmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991. s.
55, 58-60.
[12] Mesela, 1431
tarihli Arvanid defterinde dirlik sahiplerinin askeri yükümlülükleri de
yazılıydı (İnalcık 1954) ve bu sistem daha sonra terk edildi. bkz. Mehmet Öz,
‘‘Tahrir Defterlerindeki Sayısal Veriler’’, (Editör: Halil İnalcık ve Şevket
Pamuk), Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve
İstatistik, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara,
2000. s. 19
[13] Timar İcmal defterleri, II
Murad döneminde hazırlanmış defterlerdir. bkz. Halil
İnalcık, ‘‘Timar’’, TDV İslam Ansiklopedisi, cilt 41, 2012.
s. 168-173.
[14] Bir sancak ve
kazadaki didikler, padişah hasları, beylerbeyi hasları, sancakbeyi hasları,
kale merdi tımarları, tımar ve zeametler, evkat ve emlak gibi bilgiler. bkz.
Öz, a.g.e., s. 19.
[15] Öz, a.g.e., s. 17-20
[16] Osmanlı
İmparatorluğu’nda askeri sınıf(yönetenler) ve Reaya sınıf(yönetilenler olmak
üzere iki sınıf vardır. Askeri’den kasıt sadece asker değildi. Bu bağlamda
seyfiye, mülkiye, kelamiye de bu sınıf içinde yer almaktaydı. bkz. Ramazan
Boyacıoğlu, “Tarihi Açıdan
Şeyhülislamlık, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti”, Cumhuriyet Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 1, Sivas
1996. s. 1; Osmanlılar’da
reayadan ayrı olarak elinde padişah beratı bulunan, vergi ve yargılamada özel
statüye sahip zümre. bkz. Halil Sahillioğlu, “Askerî”, TDV İslam
Ansiklopedisi, cilt 3, 1991. s. 488-489.
[17] Halil İnalcık, “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsûmu”, Belleten, cilt XXIII, 1959. s. 32-53.
Yorumlar
Yorum Gönder