Kitap İncelemesi: John Tosh, Tarihin Peşinde.


John Tosh'un Tarihin Peşinde Adlı Eserinin İncelenmesi[1]

Tarık KARAOSMAN

 

    John Tosh’un Tarihin Peşinde adlı eseri 10 bölümden oluşmaktadır. Eser 226 sayfadır. Bu rapor, kitaptaki bölümler belirtilerek ilgili bölümden dikkat çekici olduğu düşünülen cümleler üzerinden oluşturulmuş ve ilgili sayfalar dipnotta verilmiştir.

Birinci Bölüm: Tarihin Faydaları

Günümüzdeki teknolojik değişim hızı, geleneklere bağlılıkların zayıflaması vb. sorunların, geçmişten çok farklı bir dünyada yaşanıldığına ve bu kapsamda tarihten ders çıkarmanın artık ihtiyaç olmadığına dair düşüncelere sebep olduğu belirtilmektedir. Ancak yazarın belirttiği gibi bu bakış açısı yüzeyseldir. Biz farkında olsak ya da olmasak da hayata dair verdiğimiz tercihler zaman perspektifinin yansımalarıdır.[1]

Eğer tarihin farkındaysak zaten gelecekteki ihtimalleri tarihte neler olduğuna bakarak anlamaya çalışırız. Deneyim, insanlık için vazgeçilmez bilgi bütünüdür. Tarih, ortak hafızadır. Bu hafıza ile geleceğe dair beklentilerimizi oluştururuz.[2] Yaşanılan toplumun nasıl oluştuğuna, o toplumun yeni üyelerince merak duyulması normaldir ve bu merak farklı analizleri doğurabilir. Günümüzdeki değişim ne kadar hızlı olsa da geçmişe ilginin azalması için bir sebep değildir. Zira bu değişim hızı geçmişi yorumlarken farklı bakış açıları geliştirilmesine yol açar.[3]

Kişisel “geçmiş” çıkarımları kişinin zihninde oluşmaktayken şüphesiz daha önemlisi olan tarihsel bilgi, üretilmelidir. Elbette tarihsel bilgiyi üreten ve toplumda dikkat çekmesini sağlayanların kimler olduğu da önem arz etmektedir. Zira bilgi üretiminin doğru yapılmasıyla toplum bütünleşir ve gelecekte kendisini yenilemeye fırsat bulur. Bu kapsamda tarihçilerin ürettikleri herkes tarafında ilgi görmeli ve irdelenmelidir.[4] Toplumların duygularını tarih oluşturur ve toplumları birleştiren en güçlü bağda yine bu tarihten gelen ortak bilinçtir. Tosh’a göre tarih ulusal bilincin şekillenmesinde dilden bile daha büyük güçtür.[5]

Devletin elindeki kaynakların yardımı ve ulusal geçmiş çalışmalarının etkisiyle 19. Yüzyılın ikinci yarısında Avrupa ülkelerinin çoğu parlamenter kurumlara geçmeye başladı. Yani tarih alanındaki akademik çalışmalarla devletin benimsemiş olduğu milliyetçilik arasında bir ittifak oluştu.[6] Bu örnekle de anlaşılacağı gibi tarih, toplumların geleceklerini tayin etmeleri için başvuracakları en önemli bilimlerin başında gelir. Devletin tarihten “yararlanmak” isteği sadece “ulusal bir mutabakat” için değildir. Daha ziyade tarihin devlet için yıkıcı olabileceğini düşündüğü geçmiş olaylarının törpülenmesi ve hatta bu potansiyelin tarihin elinden alınmasını da amaçlayabilir.[7] Otorite tarafından tarihten yararlanılma söz konusu olsa da birçok meselede tarihin kullanılması muhalefet ve başkaldırı davalarında daha da etkili olmuştur. Örneğin işçi sınıfı tarihini kaleme alan sol siyasilerin amacı, işçilerin toplumsal bilincini güçlendirerek siyasi eyleme olan bağlılıklarını sağlamaktır.[8] Bu örneklerden yola çıkarak tarihin siyasal bir savaş meydanı olduğunu söyleyen Tosh, otoriteye karşı olanlar veya otorite olanların tarihin deştiğini alarak cephelerine cephane taşıdıklarını belirtmektedir. Günümüzde de süren bu cephelerin “sayesinde” tarih hala toplum bilincinde çok önemli bir yer kaplamaktadır.[9]

Tarihin toplumsal bir rolü olduğu açıktır. Elbette toplumsal düzene ilişkin farklı görüşlerde farklı tarihleri yaratmakta ve bu kapsamda tarih içinde de cepheleşmeye yol açmıştır. Bu fikirsel ayrılıkların oluşturduğu tarihlerin bir değeri var mıdır? Zira “bir amaç” doğrultusunda yazılmış tarihin ideolojileri desteklemek için kullanılmakta olan bir argümandan daha fazlası olduğunu düşünmek zordur. Buradaki ince ayrım tarihi geçmişten ders çıkarmak için mi yoksa günümüzdeki ideolojilerimizi desteklemek için mi kullandığımızdır. Zira tarih suiistimal edilmeye açıktır.[10]

Tarihi incelemenin asıl nedeni kendi davranışlarına yol gösterecek bir şeyler bulma ümididir” diyen Tosh, politikacıların tarihten aradıkları bir ahlaki örnekten ziyade kamu hayatında kullanabilecekleri dersler olduğunu söylemektedir.[11]

Tosh, her şeye rağmen tarihin örnek göstererek geleceğe dair çıkarımlarda bulunması temelsiz değildir ancak bu hedeflere yönelik tarih yazıcılığının da bir tarih anlayışını ortaya koyamadığını belirtmektedir.[12] Tarihsiciliğin gelişiminde en büyük rolü Fransız devriminin oynadığını düşünen Tosh, 19. yüzyılının başlarındaki siyasi bilince sahip insanlardaki ortak kanının dayattığı belirli sınırlarının olduğu ve toplumun bunları hiçe saymasının da kendi zararına olduğunu düşündüklerini belirtmektedir. Bu kapsamda Ranke’den örnekler verilmektedir ve Ranke’nin ilk kitabına yazdığı önsözden alıntı verilmiştir: “Tarih, geçmişin muhakemesini yapma, gelecek çağların yararına bugün için dersler çıkarma görevini üstlenmiştir. Bu çalışma böyle yüce işlevlere yönelik değildir. Amaç, geçmiş gerçekten neler olup bittiğini göstermektir sadece.”[13]

Ranke’nin de belirttiği gibi tarihin amacı, geçmişte olup bitenleri ortaya çıkarmak olmalıdır. Zira bunun dışındaki farklı amaçlarla yazılan tarih, bir bilim midir? Tarihin temel görevi, araştırdığı dönemin insanına “bürünerek” değerlendirmesini yapmaktır. Bu kapsamda modern tarihi iki unsurun oluşturduğu söyleyen Tosh, ortam ve zihniyet farklılıklarını kavramak ve günümüze geçmişteki o ortam ile zihniyetten nasıl gelindiğini anlamak olduğunu belirtmektedir.[14]

Tarihin asla kendisini tekrarlamadığı gerçeğine değinen Tosh, bu durumun tarihçilerin güvenle öngörü geliştirmesini engellediğini ve aralıksız bir süreç olan tarihsel değişimin, geleceğin şekillenmesinde daima öngörülemeyecek başka faktörlerinde rol alacağı ve bu kapsamda bu “sorunun” kimsenin dikkatini çekmemiş olacağını öğrettiğini düşünmektedir.[15] Tarihin çok yönlü olduğu ve günümüze ilişkin pratik sonuçlarının olduğunu söyleyen[16] Tosh, tarih öğreniminin sadece entelektüel bir eğitim sağlamakla kalmadığını bireye bir bilinç düzeyine erişmesini sağladığına dair düşüncelere yer vermiştir.[17] Tarihsel açıklamalar hakkında farklı görüşlere de yer veren Tosh, belki de toplumsal bağlantı iddialarından uzak bir çalışma olmasının da olası olduğu belirtmiştir.[18] Tarihçilerin geçmişe sadık kalmaya uğraşmalarının gayet doğal olduğunu belirten Tosh, asıl sorunun “hangi geçmiş?” olduğunu vurgulamıştır. Yani tarihçinin belgeler ve belli dönemdeki sorunlar arasında yapmak durumunda kaldığı belirtilmiştir.[19] Tarihin melez bir disiplin olduğunu söyleyen Tosh, tarih çalışmalarının hayatta kalabilmeleri için tarihi ne bir beşerî bilim ne de bir sosyal bilim olarak indirgemeden her ikisinin de etkisini kabul etmek olduğunu belirtmektedir.[20]

İkinci Bölüm: Hammaddeler

Tarihçi, her türlü çalışmaya kaynaklardan başlamak zorunda olduğunu belirten Tosh, bu bölümde belgesel malzeme ve bu malzemenin ortaya çıkışı gibi konular hakkında fikirlerini belirtmektedir.[1] Tarihsel kaynaklar, geçmişten kalan her türlü bulguyu içerdiğini söyleyen Tosh, yazılı ve sözlü dil, coğrafi yüzey şekiller, güzel sanatlar ve sair tüm kaynak malzeme çeşitliliğinin her biri için ayrı bir uzmanlık gerektiğini belirtmektedir.[2] Bütün bu araçlara bir tarihçinin hakim olmasının mümkün olmadığı bunların daha teknik olanları, ayrı uzmanların alanlarına girdiğini söylemektedir.[3]

Yazılı malzemenin temel tarihsel kaynak olarak kullanılırken çeşitli karışıklıkların meydana geldiğini söyleyen Tosh, tarihçilerin hem konu seçerken hem de seçtikleri konu hakkında önceden yazılanlardan etkilendiklerini belirtmektedir. Birincil ve ikincil kaynaklar arasındaki tarih araştırmalarında temel olsa da ilk bakışta o kadar da keskin ve belirgin olmadığını söyleyen Tosh, kesin ayrımın uzmandan uzmana değiştiğini söylemektedir.[4] Birincil kaynakların kullanılabilir hale gelmesi için gerekli olanın sınıflandırma sistemi olduğunu söyleyen yazar, ilk sınıflandırmanın yayınlanmış, yayınlanmamış ya da elyazması arasında ayrım yapma olduğu, ikinci sınıflandırmanınsa kaynakların yaratıcısına ağırlık verilerek ayrım yapılması olduğunu belirtmektedir.[5] Birincil kaynakların bulunabilmesinin en kolay olduğunu söyleyen Tosh, bu kaynakların hazır bir kronoloji sunduğunu ve olaylar silsilesi sunmasıyla dönemin atmosferini hissettirdiğini belirtmiştir.[6] Otobiyografiler hakkında da bilgiler veren Tosh, kroniklerin modern çeşidi olduklarını düşünmektedir.[7] Kronikler ile hatıratların belli bir dönemin yayınları içinde az bir yer tuttuğunu söyleyen yazar, bu kaynakların gelecek kuşakları pek düşünmeden daha ziyade bilgilendirmek, etkilemek veya eğlendirdiğini söylemektedir.[8] Tosh’a göre tarihçi için matbu, birincil kaynaklar içinde en önemlisi olanın basın olduğunu söylemektedir. Bu konuda 18. yüzyılın başlarında İngiltere’de kurulan ilk gazete hakkında ve diğer meseleler hakkında bilgiler vermektedir.[9] Tarihçilerin dikkate almak zorunda oldukları diğer kaynak hakkında bahseden Tosh, bu kaynağın yaratıcı edebiyat olduğunu belirtmekte ve tarihsel romanların dikkat edilmesi gerekmesine rağmen konu aldıkları döneme ilişkin birere belge olma hükmünün bulunmadığına dikkat çekmektedir.[10] Gazeteler, resmi yayınlar ve parlamento konuşmaların çoğunluğu dönemin düşüncesini etkileme kapsamında olmasıyla, tarihçilerin gelecek kuşakların ihtiyaçlarını akılda tutarak yazılmış kronikler ile hatıratlar yerine bunlara ağırlık verdiğini söylemektedir.[11]

Devlet ve kiliselerin batı toplumlarında kayıt alan en eski kurumlar olduğunu[12] söyleyen Tosh, geride en çok kanıt bırak faaliyetlerin -ister dini, ister hükümet veya ticari işletme olsun- örgütlü faaliyetlerin olduğunu belirtmektedir.[13]

Tarihçilerin ilgi alanları sosyal ve ekonomik konuları kapsayarak genişlemesi ile yerel kayıtların korunup düzenlenmesine giderek daha fazla önem verildiğini söyleyen Tosh, hiçbir yerde tarihçilerin yerel veya kamuya ait kayıtlara serbest bir şekilde ulaşmasına izin verilmediğine zira böyle bir şey olabilse tarihçilerin ancak birkaç yıl geçmiş malzemeleri dahi okuyabileceğini söylemektedir.[14]

Arşivciler ile tarihçileri karşılaştıran yazar, pratikte tarihçiler belgelerin izini sürme işini başkalarına bırakmaması gerektiği ve her türlü tarihsel araştırma programında ilk adımın bütün kaynakları ve kapsamını saptamak olduğunu belirtmiştir.[15]

Üçüncü Bölüm: Kaynak Kullanımı

Bir senteze varmak için belge yığınlarında bu denli ön hazırlığın gerekmesiyle bir ülkenin tarihindeki kısa bir dönemde otorite olunamayacağını söyleyen[16] Tosh, özgün araştırma doğrultusunun iki ana ilkesi olduğunu söylemektedir. Birincisi, bir grup kaynağı ele alıp içinden ayıklamak, ikincisi ise, sorun yönelimli yaklaşımdır. Tosh ikinci ilkeyi şöyle açıklamıştır: “İkincil muteber kaynakları okumanın yardımıyla özgül bir tarihsel sorun formüle edilip sonra bununla ilgili birincil kaynaklar incelenir; bu kaynakların başka konularla muhtemel ilişkisi dikkate alınmaz ve araştırmacı, bazı sonuçlara varabileceği noktaya doğru mümkün olduğunca dolaysız yollardan ilerler. Her yöntemde çeşitli engellerle karşılaşılır.” İki yönteminde kendi içinde engelleri olduğunu söyleyen[17] Tosh, uygulamada ise bu yaklaşımların herhangi birinin dışlamamak gerektiği, ikisi arasında kurulan dengenin çok büyük bir çeşitlilik gösterdiğini belirtmektedir.[18]

Araştırmacının başlangıçtaki hedefinden kaynakların doğrultusunda değişiklik yapmaya hazırlıklı olması gerektiğini söyleyen Tosh, bu esneklik olmadığında belgeler tarihçinin kendi beklentilerine göre kullanılmasına yol açacağını belirtmiştir.[19]

Bir kaynağın veya belgenin doğrulu hakkında yapılması gerekenlerden bahseden Tosh, ilk adımın o belgenin hakiki olup olmadığını ortaya çıkarmak olduğunu söylemektedir.[20] Belgenin kaynağı, onu ortaya koyduğu ya da ürettiği söylenen kişi ve kuruma kadar izin sürülmesinin önemine dikkat çekilmektedir.[21] Ancak tarihçilerin işinin sadece sahtekarları ortaya çıkarmak olmadığını söyleyen Tosh, her belgenin de hakiki olup olmadığının ortaya çıkarıldığını düşünmenin de yanıltıcı olacağını söylemiştir.[22] Bir belgenin hakiki olup olmadığının saptanmasının sadece başlangıç olduğunu daha fazla çaba gerektiren aşamanınsa içsel eleştiri yani belgenin içeriğinin yorumlanması olduğunu belirtmiştir.[23] Tarihçilerin inceledikleri döneme ait kaynakların kalıplarını, teknik söz dağarcığını özümsemeleriyle anlamalarının rahatladığını söyleyen Tosh, “Belge, görülenleri, işitilenleri veya söylenenleri bildiren bir metinse, yazarının olguların aslına bağlı bir anlatım yapacak durumda olup olmadığını sormamız” gerektiğini belirtmektedir.[24] Her şeye rağmen bir kaynağın güvenirliğini belirleye nen önemli unsurun yazarın niyetleri ve önyargıları olduğunu belirten[25] yazar, tarihsel belgelerin değerlendirilmesini mahkeme salonundaki şahitlerin yüzleştirilmesine benzetmektedir.[26] Ayrı ekten çok çeşitli kaynaklara hakim olunmamın tarihçi için çok zorlu bir özellik olduğunu belirten[27] Tosh, tarihsel kanıtları keşfetmede satır aralarını okumanın önemine dikkat çekmektedir.[28]

Dördüncü Bölüm: Ana Temalar: Politika, Biyografi, Düşünceler

Şüphesiz zaman ve yer tarihçi için konusunda uzmanlaşması gereken unsurların başında gelmektedir. Bu unsurların yanında bir de temaya göre uzmanlaşmanın olduğunu söyleyen Tosh, herhangi bir tarihsel dönemdeki insan düşüncesinin faaliyetlerinin ve başarılarının bütün boyutlarının tarihçinin ilgi alanına girmesine rağmen araştırma konusu iyice dar bir bölgeye sınırlandırıldığında hepsini birden incelemesi beklenilmediği belirtilmiştir.[1] Siyaset tarihi hakkında bilgiler verdiği bu başlıkta, siyaset tarihini bir toplumun geçmişinde resmi iktidar örgütüyle ilişkisi olan bütün unsurların incelenmesi diye tanımlandığını söyleyen yazar, siyaset tarihinin hakim bir konumda olmasının sebebini devletin, başka her türlü yazı faaliyetlerinden çok tarih yazıcılığıyla ilgilendiğine dikkat çekmiştir.[2] Siyaset tarihinin yine de pek çok farklı anlama gelebildiğini söyleyen Tosh, diğer tarih dalları kadar değişkenlik gösterdiğini belirterek, Ranke’nin bu kapsamdaki “Avrupa’daki büyük devletlerin Rönesans ile Fransız Devrimi arasındaki dönemde kendilerine özgü sağlam karakterlerini nasıl kazandığına” dair çalışmasını örnek göstermiştir.[3] 19. yüzyıldaki diğer tarih yaklaşımları ise kurumlar tarihi ve düşünce tarihidir.[4] Düşünce tarihçileri, belli kavramların tarihler arasında izini sürmeye geleneksel olarak dikkat etmiş olmalarına rağmen yakın zamanda yapılan çalışmalarda bu konuda farklı görüşlerde meydana geldiği belirtilmektedir.[5] Şimdiye dek belirtilen bütün yaklaşımlarda devlet adamlarına yönelik bir ilginin olduğundan bahseden[6] Tosh, biyografi tarihi hakkında bilgiler vererek, biyografinin ne kadar dikkat edilirse edilsin bir dereceye kadar tahrifat içerdiğinden bahsetmektedir.[7] Siyaset tarihinin “düşünsel komşularıyla” yakından ilişkili olmaya “tarihin bütün dallarından daha fazla” ihtiyaç duyduğunu belirterek siyaset tarihçiliğinin iktisat tarihi ve sosyal tarihiyle ilişkisinin önemi belirtilmiştir.[8]

Beşinci Bölüm: Ana Temalar: Ekonomi, Toplum, Zihniyet

19. yüzyıl tarih yazıcılığın başarıları, dar biçimde tanımlanmakta olan elitlerin faaliyetleriyle sınırlı kalmakta iken 20. yüzyılda, tarih araştırmalarında gelişme meydana gelerek sıradan insanların hayatına dair araştırmalar meydana gelmiştir.[9] Tarihin kapsamını genişleme çabalarının en önde gelen ülkesi Fransa’ydı. Ortaçağ uzmanı March Bloch ve 16. yüzyıl uzmanı Lucien Febvre’in başarısıyla ünlü Annales diye bilinen tarih dergisi 1929 yılında çıkmaya başladı.[10] Bu yeni akademik süreçte itibar kazanmış olan ilk uzmanlık iktisat tarihi olduğunu belirten Tosh, günümüzün iktisat tarihçilerinin ekonomik hayat hakkındaki bütün faaliyetleri kucakladığını belirtmektedir.[11]

Modern iktisat tarihi üzerine iki eğilimin olduğunu söyleyen Tosh, bunların ilkinin işletme tarihi olduğunu ve tarihçi, kapitalist olsun ya da olmasın “belli bir sanayi dalının tarihinde önemli bir dönüm noktasında gerçekleşen ekonomik genişleme mekanizmalarını daha açık kavranacağını” belirtmektedir.[12] İşletme tarihi somut iktisat tarihi olarak görülebilecekken ikinci yaklaşımın bütün bir ekonominin büyümesi veya gerilemesine dair sebepleri açıklama amacından bahsedilmiştir.[13]

Sosyal tarih hakkında bilgi veren Tosh, şimdiye kadar ki kategoriler içinde içeriği, sınırları en az belirgin olanın sosyal tarih olduğundan bahsetmektedir. Sosyal tarihin tam olarak ne olduğu daha son 20 yıllık dönemde belirlendiğini belirtmektedir.[14] Ayrı ekten işçi sınıfının tarihi hakkında da bilgiler veren yazar, siyasi tarihte işgücü ve tüketici hakkında bilgi verilmediğini ve bu durumun iktisat tarihinde de çok statik ve ayrışmamış bir şekilde olduğunu vurgulamaktadır.[15] Bu kapsamdaki tüm yaklaşımlar, sosyal tarihin neden ön plana çıktığını açıklayamamakta olduğunu vurgulayan Tosh, son yıllarda sosyal tarihinin kapsamı yeniden ve çok daha iddialı tanımlanarak, “sosyal yapı”yı anlatmayı amaçladığı belirtiliyor.[16]

Toplumsal yapı ve toplumsal değişim hakkındaki araştırmalar kapsamında bilgi veren Tosh, bu meselelerin tarihçiler arasında ilgi duyulmasını bir avuç elit yerine bütün bir toplumun tarihsel deneyimini kavrama isteği olduğunu vurgulamaktadır.[17] Bu zihniyet tarihine sistemli bir şekilde yaklaşan ilk kişinin Lucien Febvre olduğunu belirten yazar, Febvre’nin “en kötü tarihsel anakronizmin psikolojik anakronizm olduğuna” dair fikirlerine yer vermiştir. [18] Her şeye rağmen zihniyete dair incelemelerin ille de uzak geçmişle sınırlı olması gerektiği sanılmaması gerektiğini söyleyen Tosh, bu konuda Theodore Zeldin’in araştırmasına atıf yapmaktadır.[19]


Tarihçiler ve eserlerinin şu ana kadar anlatılan kategorilere göre sınıflandırıldığını söyleyen Josh, bir mevzide çalışan uzmanlar tarafından “siyaset, düşünce, iktisat, zihniyet tarihleri ile sosyal tarih şeklindeki beş kategoride düşünce ve davranış” kapsamında bildik alanlara düştüklerini belirtmektedir.[20] Tarih araştırmalarında tematik uzmanlaşmadan kaçınmanın gerektiğini söyleyen Tosh, buna örnek olarak Anneles okulunun kurucularının her ne kadar Fransa’daki siyasal tarihin ön plana çıkarılmasına itiraz etmekte olsalar da tarih biliminin bir çok alt disiplinlere bölünmesine son vermeyi hedeflerine dair örnek veriyor.[21] Yerel düzeyde bile “bütüncül bir tarihin hala çok zor olduğundan bahseden yazar, yine de bu kapsamda çok sayıda yerel tarih çalışmasının olduğunu söylemektedir.[22]

Altıncı Bölüm: Tarih Yazıcılığı

Tarih yazıcılığı kendi başına bir önem taşımadığını söyleyen Tosh, tarih yazıcılığının özgün belgeler, orijinal birincil kaynaklar veya güvenilir kopyalar ile harmanlanmasıyla önemine vurgu yapmaktadır.[1] Bu manada tarih yazıcılığın belirgin özellikleri olarak 3 temel teknik, betimleme, anlatı ve çözümleme, çok çeşitli biçimlerde bir araya getirileceğini belirten yazar, “geçmişin  yeniden yaratılmasında” sadece entelektüel bir işin ötesinde betimlemeye bakıldığında daha iyi anlaşıldığını söylemektedir.[2]

Geçmişin yeniden yaratılması, için tarihi olayları “içeriden” görülmesinin önemine vurgu yapan Tosh, tarihçinin işi geçmişi diriltmekten daha ötesinde olduğunu geçmişi tecrit etmenin ve rasgele olaylar halinde ele almanın uygun olmasına rağmen tarihçi durumu böyle ele almadığını belirtmektedir.[3]  Anlatı hakkında da bilgi veren Tosh, anlatının tarihsel açıklama amacıyla kullanıldığını lakin bu sorunun iki yüzünden bahsetmektedir. İlk olarak anlatının okuru çıkmaz bir sokağa götürebileceğini söyleyen Tosh, bir örnek ile açıklamıştır:“Zira B'nin A'dan sonra gelmiş olması, A'nın B 'ye neden olduğunu göstermez, oysa anlatının akışı pekala böyle olduğu izlenimini doğurabilir. (Mantıkçılar buna post hoc pl'opter hoc yanılgısı der.)” [4]

Tarih yazıcılığının yüz yıl öncesine göre çok daha analitik olduğunu söyleyen yazar, olayların çözümlenmesinde olayların ana hatlarının hala sorgulanmadan kabul edildiğini belirtmektedir. Bir diğer zorlu çözümleme türü ise, nedenlerin sistemli biçimde değerlendirilmesi olduğunu söyleyen Tosh, tarihte nedenselliğin çok yönlü yapısının ilgili faktörleri tek tek değerlendirmeyi gerekli kıldığını söylemektedir.[5]

Bir çalışmanın ne şekilde sunulacağına dair ise tarihçinin karşısına ilk sorunun monografi yazarken çıktığını söyleyen yazar, “yazılan bir tez, daha sonra da bir kitap ya da bilimsel dergilerden birinde yayımlanacak bir makale olarak özgün araştırmanın bir kısmını kaleme alınması demek” olduğu söylemektedir.[6] Tarihçilerin çalışmalarını sadece birincil kaynaklar üzerinde kurmalarının tarih bilgisi kapsamında “anlamsızlık derecesine varacak” şekilde parçalanmış olduğunu belirtmektedir. Yani bir araştırma tüm kaynakların harmanlanmasıyla oluşturulmalıdır.[7] Çünkü bu sentez ile tarihçi, tarihi olayları bir zincirin halkaları şeklinde görmesine yani geçmişe bugünden bakmasına yardımcı olur.[8] Sonuç olarak, tarihin bir melez disiplin olduğunu tekrar vurgulayan Tosh, “bilimin teknik ve analitik prosedürlerinin, sanatta aranan düşgücü ve üslup yetkinliğiyle birleşmesinin” gerektiğini belirtmektedir.[9]

Yedinci Bölüm: Tarihsel Bilginin Sınırları

Tarih hakkında veya başka bir bilgi dalı hakkında sorular sorulduğu an o bilgi dalı, felsefenin toprağına adım atıldığını söyleyen Tosh, tarihsel bilginin statüsünün de Rönesans’tan bu yana felsefeciler arasında tartışmalara yol açtığını belirtmektedir. Bu tartışma, insanın doğadaki diğer fenomenler gibi incelenip incelenemeyeceğine dair olduğunu söyleyen yazar, yani, tarihin bir bilim olup olmadığına dair tartışmalardan bahsetmektedir.[10] Bu yaklaşımlarında doğurduğu iki düşüncenin ilkinin pozivitizm, ikincisinin idealizm olduğunu belirten yazar, bu konudaki 19. Yüzyıldaki yaklaşımlardan bahsetmektedir.[11]

Tarihsel olgular hakkında bilgiler veren Tosh, bu olguların bir seçiminin ürünü olduğunu söyleyerek, ortak bazı ilkelerin varlığı hakkında düşüncelerinden bahsedip Ranke zamanından beri bir cevaba göre tarihçilerin ele aldıkları olayların özünü ortaya çıkarmak kaygısında olduklarını belirtmektedir. Bu kapsamda Namier’in düşüncesine yer vermiştir: “Tarihçinin işlevi ressamınkine benzer, fotoğraf makinesininkine değil; yani göze çarpan her şeyi ayrım gözetmeden yeniden üretmek değildir, keşfedip ortaya koymak, eşyanın tabiatında bulunanı ayıklayıp vurgulamaktır.” [12]

Tarihçinin bir hipotezle yola çıkmasının tarihsel kavrayışta önemli bir ilerleme sağladığını belirtmektedir. Bulunacak cevaplar hipotezle uyuşmayabileceğinden ancak sadece yeni sorular sorulmasının bile bilinmekte olunan sorunların bilinmeyen yüzlerini keşfetmesinde önemli olduğunu belirtmektedir.[13] Tarihteki bilgi alanlarının dar ve çok daha az önem taşıdığını söyleyen Tosh, tarihteki “nesnellik” savunusu yapanların “gereğince yüzleşmediği çok önemli bir sınırlama” olduğunu söylemektedir.[14] Tarihteki nesnellik ile ilgili sorunların temel güçlüklerini kabul ederek nereye kadar üstesinden gelinebileceğini araştırmanın tarihsel kuşkuculuğa göre daha etkili bir tavır olacağını söyleyen[15] Tosh, tarihsel araştırmanın tabiatı hakkında fikirlerinden bahsetmiştir. Tosh şu cümleleri kurmuştur: “Tarihsel araştırmanın öyle bir tabiatı vardır ki, ne kadar profesyonelce yaklaşılsa da, her zaman birden çok yorum çıkacaktır ortaya. Geçmişe ilişkin bilgimizi genişletecek ve birçok durumda da düzeltecek olan, gelecekte yapılacak araştırmalardır. Ama asla tartışma götürmez sonuçlara varılamayacaktır. Büyük Hollandalı tarihçi Pieter Geyl’in sözleriyle “tarih, aslında sonu gelmez bir tartışmadır.””[16]

Sekizinci Bölüm: Tarih ve Teori

Tarihçi J. B. Bury’nin tarih hakkındaki ünlü deyişini –“Tarih basbayağı bir bilimdir, ne eksik, ne fazla.”- paylaşan Tosh,  bugün bu tartışmanın tarihin bir sosyal bilim sayılıp sayılmadığına evrildiğini belirtmektedir. Her ne kadar sosyal bilimcilerinin doğa bilimleriyle aynı kategoride sayılmasının gerektiğine dair önerilerine karşı tarihin bir bilim olduğuna karşı çıkanların savlarıyla pek çok benzerlikler taşıdığını söyleyen[17] Tosh, tarihin sosyal bilimlerin arasında sayılıp sayılmama durumunun bazı konuları gündeme getirdiğini belirtmektedir. Örneğin, en temel olanı, sosyal bilimlerin toplumsal bağlantı taşıma iddiasını tarihin de paylaşıp paylaşmadığıdır.[18]

Tarihçilerin geçmişe dair yorumları kendi taraflılıklarından ve önyargıları doğrultusunda bir çıkarımdan ziyade eldeki bulgularla karşılaştırmalı biçimde hipotezler formüle etmeyi, bu önyargılardan sıyrılmanın kapısı olarak belirten Tosh, bu hipotezi şöyle desteklemiştir: “Bu hipotez, muteber sayılan ikincil kaynakların okunmasıyla eldeki tarihsel meseleye mahsus geçici bir açıklamanın ötesinde olmayabilir. Ama yakından incelendiğinde daha yüksek bir amaç çıkabilir ortaya.”[19]

Tarih teorileri, “tarihsel açıklamanın üç yönünün ortaya çıkardığı sorunlardan kaynaklandığını” söyleyen Tosh, bunlardan ilki olarak karşılıklı ilişki kavramının güçlüğünden söz ederek, teori kullanmayı gerekli kılan diğer sorunun ise tarihsel değişim, üçüncüsünün ise, en iddialı olanı olduğunu söyleyerek tarihsel değişimin nasıl gerçekleştiğinden ziyade tüm değişimleri açıklamaya çalışan teoriler olduğunu söylemektedir. Bu teorilerinin reddedilmesine dayanak sağlayan bu savlar, sık sık önemle üzerinde durulan bir diğer sav ile ilişkili olduğunu söyleyen yazar, bu teoriyi şöyle açıklamaktadır: “Teori, yalnız olayların “benzersizliği”ni değil, bireyin saygınlığını ve insan faktörünün gücünü de reddeder”. Gelenekçilerin teoriye dayanan tarih yazıcılığının doğurduğu tarihin, sosyal bilimler karşısındaki bağımlı konuma düşürmekten uzak durduklarını söyleyen[20] Tosh, tarihin konusu olmayı sadece bireyin hak ettiği iddiasının da pek tehlikeli şekilde yanıltıcı sonuçlarının olabileceğini söyleyerek, tarihçiler insanları gruplar halinde sınıflandırmak durumunda olduklarını belirtip bu insanların sosyal birer varlık olarak anlam kazanmaları, dini, ırki ve mesleğe göre gibi sınıflandırmalarla önem kazandığını belirtmektedir.[21]

Tarihin sosyal bilimciler tarafından ikinci plana atılmasına dair düşüncelere değinen yazar, tarihçilerin “ithal teoriden” yararlanmaları gerektiğine dair gerekçelerin önemli olduğunu söyleyerek, sosyal bilimler insanları bireyler halinde değil topluca yaptıklarıyla ilgilendiklerini hatırlatır.[22]

Tarih ve teori adlı bu başlığın ilerleyen kısımlarında Marx’ın anlayışı hakkında bilgiler veren Tosh, Marx’ın, üretici güçler ile üretim arasındaki ilişkinin doğurduğu çelişki hakkındaki görüşlerine yer vermiştir.[23] Marx’ın sınıf kavramı, tarihteki insan faktörünün rolüne dair görüşlerinin en iyi değerlendirilebilecek nokta olduğunu söyleyen Tosh, sınıf, üretim araçlarıyla ilişkin temelde terimlerle tanımlanırken Marx’ın bir sınıfın siyasi olarak etkili olabilmesi için bir sınıf bilincinin gelişmesi gerektiğine dair düşüncelerine yer vermiştir.[24] Tarihçilerin işinin ele alınan verilerin kapsamında teoriyi uygulayarak, geliştirip incelterek yeni teoriler ortaya koymak olduğunu söyleyen Tosh, teori olmazsa tarihin gerçekten önemli sorularıyla asla baş edilemeyeceğini belirtmektedir.[25]

Dokuzuncu Bölüm: Kantitatif Tarih

Kantitatif tarihin etkisi hakkında bilgi veren Tosh, bütün yeni yaklaşımlardan daha güçlü olduğunu belirterek, tarih araştırmasında kantitatif tarihten etkilenmeyen dal olmadığını ve iktisat tarihi ile sosyal tarih kapsamında bakıldığında bir dönüşümün meydana geldiğini belirtmiştir.[1] Tarihçiler eğer bu sistemi kullanacaklarsa tahminden ziyade sayı sayma “zahmetine” girmek zorunda olduklarını söyleyen[2] yazar, G.M. Trevelyan’ın bu konudaki sözlerine yer vermiştir: “Sosyal tarihçinin en kuvvetli yönünü oluşturan genellemeler, ister istemez az sayıda örnek olaya dayandırılır; bunlar tipik kabul edilir, ama karmaşık bir hakikatin tamamı sayılamazlar.”[3]

Kantitatif tarihin en etkili olduğu alanın demografik tarih olduğunu söyleyen Tosh, sayılar olmadan demograf olmayacağı için vazgeçilmez olduğunu belirtip[4], demografik tarih hakkında bilgeler vermiştir.[5] Sayısal yöntemlerin önemli olduğu diğer tarih alanının ise soyal yapı tarihi olduğunu belirten Tosh, bu alanın demografik tarihle yakın ilişkisinin olduğunu söylemektedir.[6] Kantitatif yöntemlerin kullanıldığı bir diğer alan ise siyaset tarihi olduğunu belirten Tosh, kantitatif teknikler, siyaset tarihçilerini ilgilendiren siyasi elitlerle ilgili incelemelerde önem arz ettiğini söylemektedir.[7] Son olarak ise kantitatif yöntemlerin iktisat tarihi üzerinde de etkisinden bahseden yazar, aynı demografi gibi ileri düzeyde sayısal bir disiplin olduğunu belirtip ekonomik bir sistem içinde sayıların öneminden bahsetmiştir.[8]

Tarihçi, bir küme istatistiği, örneğin ithalat-ihracatı gösteren bir tabloyu incelemekteyse, bu tablodan muazzam miktarda tasarruf edebileceğini belirten[9] Tosh, buna rağmen sayısal tarih çalışmalarının büyük kısmı hazır istatistiklere dayanmadığını belirterek, günümüze kadar gelen çalışmaların çok sıkı bir çalışmayla derlenmesi gerektiğini belirtmiştir.[10] Bu kapsamda sayıların güvenirliğine de değinen yazar, sayıların karşılaştırılabilir bir şekilde tespitiyle tarihçinin verilerini işlemeye başlayabileceğini söyleyerek bazen bu istatistiklerin araştırmaya çok önemli cevaplar sağlayabileceğini söylemektedir.[11]

Onuncu Bölüm: Sözlü Tarih

Profesyonel tarihçilerin sözlü kaynak toplamasının yakın zamana rastlayan bir gelişme olduğunu söyleyen yazar, hala sözlü araştırmaya kuşkuyla bakıldığını belirtip[12] buna rağmen günümüzün tarihçilerinin alıntı yaptığı yazılı kaynakların birçoğunun kökeninin sözlü olduğunu hatırlatmaktadır.[13] Sözlü tekniklerin profesyonel tarihçiler arasında bir dereceye kadar tutunabilmesinin nedenini yazılı kaynakların kıtlığı olduğunu söyleyen[14] Tosh, örnek vererek gündelik rutin ev hayatı, sözlü tarih sayesinde düzeltilebileceği söyleyerek sosyal tarih, sadece zenginlerin tarihi olmadığı bir toplumun tarihini ele alma gayretinde olduğunu söylemektedir.[15] Sözlü tarihçiler, kaynak kişilere nasıl ulaştığına dair sözlü tarihin bulgularıyla sosyal tarih halinde bütünleştirmede etkili bir isim olduğunu düşündüğü Paul Thompson’un çalışmasından bahsetmektedir.[16]

Tarihçiyi sahneden çıkarmak ile sorunlar bitmiş olmayacağını söyleyen Tosh, sözlü tarih kapsamında görüşülen kişinin kendisinin de geçmişle dolaysız bir temas içinde olmadığını, ne kadar canlı olsalar da anıları, daha sonraki deneyimlerin süzgecinden geçtiğini düşünmektedir.[17] Yani bu kapsamda, “sözlü kanıtların” ne kadar saf olduğunu varsaysak bile geçmişi yeterli bir şekilde temsil etmeyeceğini söylemektedir.  Yine yukarıda da birçok kez bahsettiği gibi işin içine öznel perspektifin girdiğini belirten[18] Tosh, bu sorunların sözlü tarihi tümüyle yok saymak için gerekçe oluşturmadığını da ekleyerek diğer kaynaklar gibi sözlü kaynaklarında eleştirel bir değerlendirmeden geçirilerek eldeki diğer kaynaklarla birlikte kullanılması gerektiğine dikkat çekmiştir.[19]

Tarih araştırmasında yeni bir yönelim olarak sözlü kaynakların kullanımı, keskin bir karşıtlık içinde olduğunu söyleyen Tosh, sözlü tarihçilerin ister istemez özel alana girerek anlatı tarzına yatkınlık gösterdiklerini belirtmektedir.[20] Bu gibi sıkıntılara rağmen sözlü kaynakların daha fazla ilgi duymaya ihtiyacı olduğunu söyleyen yazar, bu kaynakların dilsel malzemeler olduğunu belirtip, “tarihçinin geleneksel eleştiri becerilerini bilmesi için özellikle uygun bir malzeme oluşturduklarını” söylemektedir.



[1] s.169.

[2] s.170.

[3] s.171.

[4] s.172.

[5] s.173.

[6] s.174.

[7] s.175.

[8] s.176.

[9] s.177.

[10] s.178.

[11] s.180.

[12] s.190.

[13] s.191

[14] s.192.

[15] s.193-194.

[16] s.194-195.

[17] s.197.

[18] s.198.

[19] s.199.

[20] s.211.



[1] s.104.

[2] s.106.

[3] s.107.

[4] s.109.

[5] s.110.

[6] s.111.

[7] s.112.

[8] s.114.

[9] s.120.

[10] s.122.

[11] s.123.

[12] s.127.

[13] s.129.

[14] s.131.

[15] s.138.

[16] s.141.

[17] s.142.

[18] s.143.

[19] s.143.

[20] s.148.

[21] s.150.

[22] s.151-152.

[23] s.157.

[24] s.158.

[25] s.168.



[1] s.73.

[2] s.74-75.

[3] s.76.

[4] s.77.

[5] s.78-79.

[6] s.80-81.

[7] s.81-82.

[8] s.87.

[9] s.88.

[10] s.89.

[11] s.90.

[12] s.91.

[13] s.92.

[14] s.92-93.

[15] s.93.

[16] s.94.

[17] s.97.

[18] s.98.

[19] s.100.

[20] s.101-102.

[21] s.102.

[22] s.103.


[1] s. 31.

[2] s. 31.

[3] s. 32.

[4] s.33.

[5] s.35.

[6] s.35.

[7] s.36.

[8] s.37.

[9] s.38.

[10] s.39.

[11] s.39-40.

[12] s.43.

[13] s.44.

[14] s.50-51.

[15] s.53.

[16] s.54.

[17] s.55.

[18] s.56.

[19] s.56.

[20] s.58.

[21] s.59.

[22] s.59-60.

[23] s.60.

[24] s.61.

[25] s.62.

[26] s.64.

[27] s.67.

[28] s.69-70.



[1] s.3.

[2] s.4.

[3] s.4.

[4] s.4.

[5] s.5.

[6] s.5-6.

[7] s.8.

[8] s.9.

[9] s.11.

[10] s.11-12.

[11] s.12.

[12] s.14.

[13] s.15.

[14] s.15-16.

[15] s.18.

[16] s.23.

[17] s.24.

[18] s.25.

[19] s.26.

[20] s.30.


[1] John Tosh, Tarihin Peşinde, Çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1997.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lady Montagu'nun Türkiye Mektupları İncelemesi

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN İDARİ YAPISI VE TAHRİR SİSTEMİ

OSMANLI – RUS İLİŞKİLERİNE GENEL BİR BAKIŞ